Aslında tüm hayatımız boyunca “insan” üzerine hiç düşünmedik. Ne hakkında düşündük ki? Bize bu bardaktır dediler onu ezberledik, şu çiçektir dedi annemiz hafızaya yerleştirdik, kitap dedi öğretmen “peki” dedik vs.
“Ve Ademoğullarına isimleri öğrettiler”
Önce annemiz, sonra babamız, kardeşlerimiz, öğretmenlerimiz, toplum derken çevremizdeki “şeyleri” ifade eden sözcükleri birilerinden öğrendik (öğrenmek, kavramak, bilmek vs aslında günlük dilde kullandığımızdan başka anlamlar ifade ediyor ama konuyu dağıtmamak adına “şimdilik” üzerleri örtük kalsın). Ve bu öğrendiklerimizle okuduk, eğitim aldık, meslek sahibi olduk, hayat kurduk, devlet kurduk, bilim yaptık, uygarlıklar oluşturduk…
Ama bu öğrendiğimiz isimlerin neredeyse hiçbirini içselleştirmedik, belleğe yazdık geçtik, yazdık geçtik ve gerekli oldukları zaman refleks olarak, otomatik bir şekilde oradan çıkarıp kullandık, o kadar. Halbuki, bir ismi “biliyorum” demek için onu, akıl mekanizmasındaki öğrenme süreçlerinin ardından “değerlendirip” hayata geçirmek gerekir…
Önce bir ismi ham veri olarak duyularımızla alırız, gözümüzle görerek veya kulağımızla duyarak vs. Sonra bu isim üzerinde zihinsel bir analiz yaparız, bunun etimolojisi yani kökeni “ne”dir, “niçin” buna ihtiyaç duyulmuştur/duyulmaktadır, oluşum/üretim süreci “nasıl”dır sorularını sorarız kendimize, cevabı yoksa araştırırız,buluruz ve bir çamur/kil elde ederiz. Daha sonra aklımızla bu kile şekil veririz, yani topladığımız verileri sentezleriz/birleştiririz ve ancak o zaman ortaya bir eser çıkar, örneğin bir tas yapmış oluruz. İşte bu anda o ismin bilgisi yaratılmış olur, işte o zaman bilmiş oluruz. Yeterli mi, hayır. Onun olanaklılıklarını/potansiyelini sezersek, nasıl ve nerede kullanılabileceğini keşfedersek o zaman kavramış oluruz. Bitti mi, hayır. Henüz anlamış olmadık. Bu yaratılan tasın/bilginin/ismin bir gayesi/amacı olmalı, ki değer kazansın. Tası, örneğin su içmek için kullanırsam bir işe yarar, hayat bulur, gayesine hizmet eder o zaman değeri olur ve “anlam” kazanır, yoksa aklımızda bir yerlerde herhangi bir taş olarak durur.
İnsan ne demek?
Günümüzde çoğumuzun “insan” diye kastettiği “şey”, iki ayağı üzerinde dik yürüyebilen, elleriyle alet yapabilen, düşünüp konuşabilen, sosyal bir biyolojik canlıdır. Halbuki ona “beşer” denir. Arapça, Aramice ve İbranice et, ten, ölümlü anlamlarına gelen bu sözcük, biyolojik ve sonlu bir varoluş biçimini ifade etmektedir. Ya insan?
İnsan salt biyolojik ve sonlu olana denmez.
Etimolojik olarak Arapça ins- kökünden, kişi yani birey anlamına gelir, birey ise özgür ve özgün olan zata denir. Kadim bilgeliklerde ise üns- kökünden, yakın, dost, sevgili anlamlarına geldiği zikredilir; enisi Hak, ünsiyeti Allah tamlamaları şeklinde kullanılır.
Bu dayanaklardan destekle, insan özgür ve özgün yani biricik olmaklığıyla kendi yaratıcısına yakınlaşabilen/bağlanabilen bir varlıktır diyebiliriz.
İnsan tensel değil, tinsel bir varlıktır. Bedeninin, egosunun, duygularının emri altında yaşayan değil, onlar üzerinde kendi iradesiyle hakimiyet kurabilen bir varlıktır. Ruhani bir varlıktır insan, yani bedeni aşkındır, soyuttur, ideadır. Ama o ideanın, ideaların gökyüzünden yeryüzüne indirilmiş halidir. Yani ideaların söylem, eylem olarak vücut bulmuş durumudur, idealdir. O kendi vücudunun, duygularının, ruhunun, düşüncelerinin bilincinde olan ve onların sorumluluğunu alandır, işte kendinin bilincinde olan bu insan tüm kainatın da bilincine varır ve sorumluluklarını alabilir.
Dr. Emin Ali Tutuncu / 20.01.2020 / Konyaaltı
( instagram: @eminalitutuncu – wa.me/0905443097978 )