Paradigma bir konuda veya alanda genel kabul edilmiş kurallardır.
Paradigma bir şeyin devamlılığı açısından önemli iken gelişim açısından olumsuzluklara neden olabilmektedir. Paradigma konfor alanıdır, belirlenmiş kabuller, mutlak uyulan kurallar, sınırları çizilmiş şekillerdir. Fakat yenilik, gelişim, dönüşüm ona göre değildir. Bu nedenle paradigma esnek olmalıdır. Değişimlere açık, dönüşümlere meyilli olmalıdır.
100 yıl önce mekanik ve termodinamik yasaları fizik bilimine hakimdi, dünyadaki her şey bu kanunlarla açıklanmaya çalışılıyordu ve işe de yarıyordu çoğu zaman. Fakat ne zaman ki uzay ve atomaltı alanlara gelindi, bu yasalar yetersiz gelmeye başladı. İşte o zamanlarda genel kabul gören bu kuralların dışında bir şeyler düşünmek adeta tabu idi, neredeyse yasaktı. Bunlara karşı birşeyler söylemek imkansızdı. Fakat buna rağmen farklı düşünebilen, olaylara değişik bakış açılarından yaklaşabilen insanlar sayesinde bilimde ve diğer alanlarda yeni kapılar açıldı, insanoğlu daha önce bilmediği dünyalara geçiş yaptı. İşte bunlar paradigma değişimleri sayesinde oldu. Belirli koşul ve alanlarda geçerli olan kuralların, başka bir boyutta geçerli olamayabileceği orada başka kuralların işleyebileceği anlaşıldı. Fizikteki kuantum ve uzay çalışmaları buna en iyi örneklerdendir. Yani paradigmalar boyuta, zamana, bilgimize, anlayışımıza göre değişebilir. Aksi takdirde bugün insan uygarlığı uzaya çıkamazdı.
Benzer durum tıp alanı için de geçerlidir tabii ki. Çok geriye gitmeye gerek yok, yakın geçmişte bile daha önce mutlak görülen birçok konu sorgulanmaya başladı ve çeşitli kabullerin doğrulukları yadsındı, kolesterol ve şeker gibi. Çeşitli uygulamaların yanlış olduğu anlaşıldı, bir zamanlar tüm çocuklara apandisit ameliyatı uygulanması gibi.
Yine de genel kabulün dışında bir şey öneren meslektaşlar çok şiddetli tepkiler görüp adeta aforoz ediliyorlar. Herkesin aynı kalıplarla düşünmesi, aynı pencereden olaylara ve dünyaya bakması tabii ki yönetilebilirlik açısından daha kolaydır ve bu anlaşılabilir. Fakat bilimsel tutuma aykırıdır. Doğru olan, yeni şeyleri, hipotezleri hemen reddetmek değil, iyice sorgulayıp, araştırıp, inceleyip çıkarımlar yapmaktır. Ne kadar saçma görünse de bir fikir deneysel olarak aksi kanıtlanmadığı sürece bilim dışı, kural dışı sayılamaz, aksi takdirde bilim veya bilim insanları kendi felsefesiyle çatışır.
Son yıllarda tıp biliminde artan sayıda yeni yaklaşımlar/ öneriler/ çalışmalar gözlenmeye başlandı. Hastalığa değil, kişiye özel tedavi yaklaşımları; diyet anlayışındaki köklü değişimler; nanoteknolojilerin insan bedeniyle entegrasyonu vs.
Yeni konulardan biri de geleneksel ve tamamlayıcı tıp yaklaşımları. Bu ülkemizde ve dünyada gittikçe artan bir şekilde itibar görse de hala mesleki çoğunluk tarafından soğuk bakılan, defans gösterilen bir konu. Bunun nedenlerinden biri çok fazla alan içermesi, diğeri uzun yıllar mesleki yetkinliğe sahip olmayan kişiler tarafından istismar edilmiş olması, bir başkası da yeterince çalışma (modern yöntemlerle) yapılmamış olması.
Tabii ki mesleki gelenekçi anlayış kendi bakış açısına göre bu haklı argümanlara sahiptir, ancak unutulmamalıdır ki sadece tıp mesleğini değil, tüm disiplinleri bağlayan en üst ilke bilimsel tutumdur. Dolayısıyla bilimsel çalışmalar yoluyla faydası, önemi geçersiz kılınmadıktan, yadsınmadıktan sonra hiçbir şey henüz bilimdışı kabul edilemez. Aksi durumlarda bilimsel bir tutumdan değil, egoların savaşından, bağnaz düşünce tarafgirliğinden bahsedilebilir ancak.
Son yıllardaki çeşitli bilimsel, siyasal, ekonomik gelişmelerin, çalkantıların tozu dumanı arasında sağlık alanında medikal bir paradigma değişimi gerçekleşiyor. Aslında binlerce yıldır insanlık tarafından bilinen, uygulanan bir konu, enerji tıbbı. Ama özellikle son bir iki yüzyılda modern tıbbın, özellikle laboratuar deneylerinin daha önem kazanmasıyla neredeyse tamamen geri plana atılmış, yadsınmış, unutulmuş bir konu.
Yaklaşık 50 yıldır konu modern tıp eğitimi almış doktorların ve diğer bilim insanlarının dikkatini çekiyor ve bu konuda çeşitli çalışmalar yapılıyor. Ama çoğu çalışma bilimsel nedenlerden çok, mesleki ideolojik ve küresel ekonomik gerekçelerle sabote ediliyor, kötüleniyor, karalanıyor.
Bu da bilimin önemli bir sağlık sorunsalının dışında kalmasına yol açıyor. Enerjinin insan bedenine ve sağlığına etkileri.
Enerji modern tıpta çeşitli şekillerde faydalanılan bir araç. Özellikle de tanı yöntemlerinde. Ultrason, röntgen, tomografi, manyetik rezonans görüntüleme, elektrokardiyografi, elektroensefalografi, elektromiyografi, nükleer radyasyon gibi yöntemler farklı enerji tiplerinin çeşitli hastalıkların tespit edilmesinde kullanıldığı bilinen bir gerçek. Diğer yandan vücudumuzun biyofiziksel faaliyetlerinin birçoğu özellikle elektrik enerjisiyle açıklanmaktadır. Hatta enerji koterizasyon, ablasyon, kalp pili, defibrilasyon gibi yöntemlerle tedavi için bile kullanılmaktadır.
Ama gel gör ki, enerjiyle bu kadar sıkı ilişki bilinmesine rağmen, onun insan vücuduna olan olumlu/olumsuz etkileri henüz yeterince dikkat çekmiyor.
Halbuki taa atomdan başlayarak moleküler düzeye, oradan hücresel, dokusal, organsal, sistemsel yapımıza kadar enerjinin çeşitli formlarıyla içiçeyiz. Enerji üretiyoruz, enerji salıyoruz, enerji alıyoruz, enerji depoluyoruz.
Peki bütün bu süreç içinde, ortalama 70-80 yıllık yaşamda hele son 20-30 yılda elektrikli/elektronik cihazlarla bu kadar haşır neşir oluyorken acaba enerjetik etkileşimlerde bulunmuyor muyuz? Enerjetik alanımızda/yapımızda değişiklikler olmuyor mu? Oluyorsa ne kadar oluyor ve hangi biçimlerde ortaya çıkıyor? Bunların sağaltımı nasıl oluyor veya nasıl olmalı?
Bu sorular nedense çok sorulmuyor ve kimsenin de ilgi alanına girmiyor gibi. Peki sağlığı ilgilendiriyorsa kim uğraşmalı bu konularla? Tabii ki doktorlar.
Öyle bir önemli konu gözden kaçıyor ki… Düşünün binlerce yıldır insanlar tedavi için hep dışarıdan bir şeyler buldular, otlar, sular, ilaçlar, müdahaleler vs. Halbuki enerji tıbbı şifanın içeride, insanın kendisinde olduğunu öneriyor, psişik ve somatik olarak. Çok önemli bir medikal paradigma değişimi bu aslında. Şu ana kadar eğitimini aldığımız bir yaklaşım değil, onun için biraz korkutucu geliyor galiba. Ama sonuçta gerçekliği daha fazla ispatlanıp, kullanımı arttıkça ve geliştirildikçe tüm insanlık için sağlık alanında bir sıçrayış olabilecek. Nasıl?
Bu alan araştırıldıkça insan sağlığını bozan durumlar biyokimyasal süreçlerden de derinde enerjetik alanlarda incelenmeye başlayacak, en temel yapıtaşlarımız olan enerjetik titreşimlerin düzeltilmesi daha üst düzeylere geçişte de kendisini gösterecek ve şifalanmayı sağlayacaktır. Önümüzdeki yıllarda yapay zeka eklenen çeşitli biyofrekans cihazları sayesinde bu yöntem yetkinleştirilip, hızlandırılacak ve bilim kurgu filmlerinden bildiğimiz sahneler gerçekleşecektir. Bir cihaz yardımıyla enerjetik düzeydeki patolojiler saptanıp, yine aynı düzeyde tedaviler uygulanacak ve yıllar süren ve tonlarca ilaç tüketmeyi gerektiren süreçler oldukça kısaltılacaktır. Enerji tıbbı veya başka bir deyişle titreşim tıbbı sağlık alanında yeni bir kapı olacaktır.
Bu bir medikal paradigma değişimi değil midir sizce?
Dr. Emin Ali Tutuncu / 12.07.2020 / Antalya
( instagram: @eminalitutuncu – wa.me/0905443097978 )